Yok, yok, merak etmeyin eski dostlar birbirine girmedi, Gotham City'nin karanlık sokaklarında veya Metropolis semalarında birbirlerine yumruk sallamıyorlar. Kavga, kim daha değerli kavgası.
En iyisi baştan anlatayım. Birkaç gün önce internet sitelerinde/bloglarda bir haber gözüme ilişti. Superman'in ilk kez gözüktüğü Action Comics 1938 Haziran sayısı 1 milyon dolara alıcı bulmuş ve en pahalı çizgiroman ünvanını almıştı. Ama Superman'in sevinci yalnızca üç gün sürdü. Dün Batman'in ilk ortaya çıktığı Mayıs 1939 tarihli Detective Comics 27, 1 milyon 75 bin dolara satılınca bu ünvan Batman'e geçmiş oldu. Zamanında 10 cent'e satılmış bu dergilere 1 milyon dolar veren yiğitlerin adları ise açıklanmadı. Her iki sayıdan da dünya üzerinde 100 tane kadar kaldığı, bunların da ancak birkaç tanesinin iyi durumda olduğu tahmin ediliyor.
Peki kim kazanır? Sanırım Batman, sonuçta işadamı olan o, para işlerinden anlar.
Friday, February 26, 2010
Tuesday, February 23, 2010
HTC HD2
HTC ürünlerine oldum olası bir zaafım var. Özellikle Touch Diamond ve sonrası dönemdeki modelleriyle bence piyasadaki hem teknik hem de estetik olarak en güzel PDA'ları yarattı elemanlar. Touch Diamond'ın en büyük zaafı 2.8 inch'lik ekranın telefonun yapabilecekleri için yeterli alanı sunamamasıydı, sonra HD ile bunu bayağı toparladılar. Şimdi de HD2 ile bir adım daha ileri gitmişler.
Windows Mobile 6.5 Professional işletim sistemi kulllanan HD2 HTC'nin sense arayüzü ile geliyor. 1 GHz saat hızında Qualcomm Snapdragon işlemci, 512 Mb ROM, 448 Mb RAM taşıyan cihaz 120.5 mm uzunluğunda, 67 mm genişliğinde ve sadece 11 mm kalınlığında. Diğer HTC ürünleri gibi sade ve şık tasarımı dikkat çekici. Ama muhtemelen en göze çarpan yönü 4.3 inch (~10,9 cm) 'lik geniş ve yüksek çözünürlüklü (480x800 piksel) WVGA dokunmatik ekranı. Bunlara ek olarak PDA'da ışık ve hareket sensörleri de bulunuyor. Işık sensörü ortamdaki ışık miktarına göre ekran parlaklığını ayarlarken hareket sensörü sayesinde de PDA'yı yatay konuma getirdiğinizde görüntü otomatik olarak yatay hale geçmekte. PDA'nın arka yüzünde 5 megapiksellik otomatik odaklama özelliği olan çift LED flaşlı kamerası da mevcut.
Eksiklerine gelince, özellikle ön tarafta kamera olmaması önemli bir zaaf. Ayrıca TV out özelliği yok.
Teknik özellikleri:
Şebeke: Quadband GSM / HSDPA
EDGE desteği: Var
İşletim sistemi: Windows Mobile 6.5 Professional
İşlemci: 1 GHz Qualcomm Snapdragon
RAM / ROM: 448 MB / 512 MB
Boyut ve ağırlık: 120.5 x 67 x 11 mm / 157 gram
Ekran: 4.3 inç, 480x800 piksel, dokunmatik, kapasitif
Bellek: microSD desteği
Kamera: 5 Megapiksel, otomatik odaklama, çift led flaş
FM radyo: Var
3.5 mm jak girişi: Var
Bluetooth: Var, v2.1 + A2DP
WI-FI: Var, 802.11 b/g
GPS: Var, A-GPS desteği
Batarya: 1230 mAh lityum iyon
Daha detaylı bilgi için...
Windows Mobile 6.5 Professional işletim sistemi kulllanan HD2 HTC'nin sense arayüzü ile geliyor. 1 GHz saat hızında Qualcomm Snapdragon işlemci, 512 Mb ROM, 448 Mb RAM taşıyan cihaz 120.5 mm uzunluğunda, 67 mm genişliğinde ve sadece 11 mm kalınlığında. Diğer HTC ürünleri gibi sade ve şık tasarımı dikkat çekici. Ama muhtemelen en göze çarpan yönü 4.3 inch (~10,9 cm) 'lik geniş ve yüksek çözünürlüklü (480x800 piksel) WVGA dokunmatik ekranı. Bunlara ek olarak PDA'da ışık ve hareket sensörleri de bulunuyor. Işık sensörü ortamdaki ışık miktarına göre ekran parlaklığını ayarlarken hareket sensörü sayesinde de PDA'yı yatay konuma getirdiğinizde görüntü otomatik olarak yatay hale geçmekte. PDA'nın arka yüzünde 5 megapiksellik otomatik odaklama özelliği olan çift LED flaşlı kamerası da mevcut.
Eksiklerine gelince, özellikle ön tarafta kamera olmaması önemli bir zaaf. Ayrıca TV out özelliği yok.
Teknik özellikleri:
Şebeke: Quadband GSM / HSDPA
EDGE desteği: Var
İşletim sistemi: Windows Mobile 6.5 Professional
İşlemci: 1 GHz Qualcomm Snapdragon
RAM / ROM: 448 MB / 512 MB
Boyut ve ağırlık: 120.5 x 67 x 11 mm / 157 gram
Ekran: 4.3 inç, 480x800 piksel, dokunmatik, kapasitif
Bellek: microSD desteği
Kamera: 5 Megapiksel, otomatik odaklama, çift led flaş
FM radyo: Var
3.5 mm jak girişi: Var
Bluetooth: Var, v2.1 + A2DP
WI-FI: Var, 802.11 b/g
GPS: Var, A-GPS desteği
Batarya: 1230 mAh lityum iyon
Daha detaylı bilgi için...
Friday, February 19, 2010
Fumetti (1)
Fumetti kelimesi İtalyanca dumancık, bulutçuk anlamlarına gelen fumetto'nun çoğuludur. Ama daha çok İtalyan kökenli bütün çizgiromanların ortak adı olarak kullanılıyor (fumetto da bazen aynı anlamda kullanılabiliyor), bu da konuşma balonlarına yapılan göndermeden kaynaklanmış herhalde. Dünya genelinde çok etkin ve tanınır olmasa da fumetti'ler ülkemizde her zaman pek bir sevilmiş, yayınlanan yabancı kökenli çizgiromanların çoğunu oluşturmuştur. Hatta bizde bir dönem çizgiromanla eşanlamlı kullanılmış 'Teksas-Tommiks' in her ikisi de İtalyan kökenlidir.
İtalya'da çizgiromanın kökleri 19. yüzyılın ortalarına kadar gidiyor. Ancak ABD'de olduğu gibi gazete bandları şeklinde değil de, daha çok gençlere yönelik eğitim ve propaganda amaçlı karikatür ve illüstrasyonlar içeren periyodik yayınlar şeklinde. Tamamen çizgiroman içeren ilk yayın ise 1908 tarihli Corriere dei Piccoli - Corrierino olarak da bilinir - adlı dergi oluyor (sonrasında Corriere dei Ragazzi adını alarak 1995'e kadar yayınını sürdürmüş), bu dergide yayınlanan Attilio Mussino imzalı Bilbolbul da ilk İtalyan çizgiroman kahramanı olarak tarihe geçiyor. Konuşma balonları yerine altyazı kullanılan dergide Amerikan çizgiromanları da yayınlanmış. Corrierino'nun başarısı, Il Giornaletto (1910), Donnina (1914), L'Intrepido (1920) ve Piccolo mondo (1924) gibi çok sayıda aynı yolu izleyen derginin de doğmasına yol açıyor. Mussolini Dönemi'nde ise çizgiromanın propaganda alanındaki gücü fark edilmiş ve İtalyan Gençliği'ni hedefleyen vatanseverlik, kahramanlık ve İtalyanlar'ın üstün halk olduğu gibi konuları işleyen yayınlar ön plana çıkmaya başlamış. 1939'dan itibaren yerli çizgiromanlar daha ağır kısıtlamalara maruz bırakılırken tüm yabancı menşeili yayınlar da yasaklanmış (bunun tek istisnası İtalya'da Topolino adıyla bilinen ve Mussolini'nin çok sevdiği Mickey Mouse'muş). Bu dönemin en önemli dergisi, çoğu kişiye göre ilk gerçek İtalyan çizgiroman dergisi olarak da kabul edilen, Jumbo imiş, bu haftalık yayın 1988'e kadar da devam etmeyi başarmış.
II. Dünya Savaşı sonrası yıllar süren baskının ortadan kalkmasıyla yoğun bir çizgiroman üretimi başlıyor İtalya'da. Ancak bu dönemin öne çıkan dergileri yine de ABD orijinli kahramanların maceralarını yayınlayan L'Avventura (1944) ve Robinson (1945) oluyor. Yerel cephede ise en orijinal çalışmalar, Venedikli bir grup genç sanatçının kurduğu L' asso di Picche adlı dergide görülüyor bu dönemde, Alberto Ongaro, Damiano Damiani, Dino Battaglia, Rinaldo D'Ami ve Hugo Pratt bu grubun en önemli üyeleri.
1948'de bundan sonraki İtalyan çizgiroman piyasasını yönlendirecek bir isim çıkıyor sahneye. Gian Luigi Bonelli, çizimlerini Aurelio Galleppini'nin yaptığı Tex Willer'ın yayınına başlıyor. Tex Willer, Bonelliano adı da verilen, 100 küsür sayfalık, cep kitabı boyutunda ve siyah beyaz çizgiromanların ilk örneği de olmuş. Bonelliano bugün de ülkedeki en popüler format olmayı sürdürüyor. Tex Willer'ı, Zagor (1961), Il Comandante Mark (1966), Mister No (1975) ve Martin Mystère (1982) izlemiş ve Bonelli'nin en büyük İtalyan çizgiroman yayınevi olmasının da yolu açılmış.
Dönemin diğer popüler serileri Diabolik ve onun ayak izlerini takip eden Kriminal ve Satanik serileri olmuş. Kriminal'in yaratıcıları, çizgiroman dünyasının en ünlü ikililerinden Magnus & Bunker'in Alan Ford serisini de unutmamak lazım. Franco Bonvicini'nin savaş karşıtı Sturmtruppen'i, Hugo Pratt'in ünlü maceracısı Corto Maltese'si, Guido Crepax'ın güzeller güzeli Valentina'sı, bunların etkisiyle daha çok yetişkinleri hedefleyen çizgiromanlara yönelen Milo Manara ve Paolo Eleuteri Serpieri'nin çalışmaları da İtalyan çizgiromanının diğer gurur kaynakları.
Fumetti'ler ne Amerikan çizgiromanları gibi cafcaflı, ne de Frankofonlar gibi elitist, ama kendilerine has sevimli bir havaları var. Belki bizde bu denli tutulmalarının sebebi de bu. Tabii bir de Türk çizgiroman okurunun alışkanlıklarından vazgeçmekteki isteksizliği, yeni deneyimlere karşı olan tutuculuğu...
İtalya'da çizgiromanın kökleri 19. yüzyılın ortalarına kadar gidiyor. Ancak ABD'de olduğu gibi gazete bandları şeklinde değil de, daha çok gençlere yönelik eğitim ve propaganda amaçlı karikatür ve illüstrasyonlar içeren periyodik yayınlar şeklinde. Tamamen çizgiroman içeren ilk yayın ise 1908 tarihli Corriere dei Piccoli - Corrierino olarak da bilinir - adlı dergi oluyor (sonrasında Corriere dei Ragazzi adını alarak 1995'e kadar yayınını sürdürmüş), bu dergide yayınlanan Attilio Mussino imzalı Bilbolbul da ilk İtalyan çizgiroman kahramanı olarak tarihe geçiyor. Konuşma balonları yerine altyazı kullanılan dergide Amerikan çizgiromanları da yayınlanmış. Corrierino'nun başarısı, Il Giornaletto (1910), Donnina (1914), L'Intrepido (1920) ve Piccolo mondo (1924) gibi çok sayıda aynı yolu izleyen derginin de doğmasına yol açıyor. Mussolini Dönemi'nde ise çizgiromanın propaganda alanındaki gücü fark edilmiş ve İtalyan Gençliği'ni hedefleyen vatanseverlik, kahramanlık ve İtalyanlar'ın üstün halk olduğu gibi konuları işleyen yayınlar ön plana çıkmaya başlamış. 1939'dan itibaren yerli çizgiromanlar daha ağır kısıtlamalara maruz bırakılırken tüm yabancı menşeili yayınlar da yasaklanmış (bunun tek istisnası İtalya'da Topolino adıyla bilinen ve Mussolini'nin çok sevdiği Mickey Mouse'muş). Bu dönemin en önemli dergisi, çoğu kişiye göre ilk gerçek İtalyan çizgiroman dergisi olarak da kabul edilen, Jumbo imiş, bu haftalık yayın 1988'e kadar da devam etmeyi başarmış.
II. Dünya Savaşı sonrası yıllar süren baskının ortadan kalkmasıyla yoğun bir çizgiroman üretimi başlıyor İtalya'da. Ancak bu dönemin öne çıkan dergileri yine de ABD orijinli kahramanların maceralarını yayınlayan L'Avventura (1944) ve Robinson (1945) oluyor. Yerel cephede ise en orijinal çalışmalar, Venedikli bir grup genç sanatçının kurduğu L' asso di Picche adlı dergide görülüyor bu dönemde, Alberto Ongaro, Damiano Damiani, Dino Battaglia, Rinaldo D'Ami ve Hugo Pratt bu grubun en önemli üyeleri.
1948'de bundan sonraki İtalyan çizgiroman piyasasını yönlendirecek bir isim çıkıyor sahneye. Gian Luigi Bonelli, çizimlerini Aurelio Galleppini'nin yaptığı Tex Willer'ın yayınına başlıyor. Tex Willer, Bonelliano adı da verilen, 100 küsür sayfalık, cep kitabı boyutunda ve siyah beyaz çizgiromanların ilk örneği de olmuş. Bonelliano bugün de ülkedeki en popüler format olmayı sürdürüyor. Tex Willer'ı, Zagor (1961), Il Comandante Mark (1966), Mister No (1975) ve Martin Mystère (1982) izlemiş ve Bonelli'nin en büyük İtalyan çizgiroman yayınevi olmasının da yolu açılmış.
Dönemin diğer popüler serileri Diabolik ve onun ayak izlerini takip eden Kriminal ve Satanik serileri olmuş. Kriminal'in yaratıcıları, çizgiroman dünyasının en ünlü ikililerinden Magnus & Bunker'in Alan Ford serisini de unutmamak lazım. Franco Bonvicini'nin savaş karşıtı Sturmtruppen'i, Hugo Pratt'in ünlü maceracısı Corto Maltese'si, Guido Crepax'ın güzeller güzeli Valentina'sı, bunların etkisiyle daha çok yetişkinleri hedefleyen çizgiromanlara yönelen Milo Manara ve Paolo Eleuteri Serpieri'nin çalışmaları da İtalyan çizgiromanının diğer gurur kaynakları.
Fumetti'ler ne Amerikan çizgiromanları gibi cafcaflı, ne de Frankofonlar gibi elitist, ama kendilerine has sevimli bir havaları var. Belki bizde bu denli tutulmalarının sebebi de bu. Tabii bir de Türk çizgiroman okurunun alışkanlıklarından vazgeçmekteki isteksizliği, yeni deneyimlere karşı olan tutuculuğu...
Tuesday, February 9, 2010
Yürüyen Adam'a 104 Milyon Dolar
Geçtiğimiz günlerde, bugüne kadar müzayedelerde yapılmış en yüksek fiyatlı sanat eseri satışı gerçekleşti; Alberto Giacometti'nin 'Yürüyen Adam I' adlı heykeli tam 104,32 milyon dolara alıcı buldu. Daha önceki rekor bir Picasso tablosuna aitti ve tablo, Mayıs 2004'te 104,2 milyon dolara alıcı bulmuştu. Alıcının kimliği açıklanmadı, bu da tabii beraberinde epeyce bir polemik getirdi. Sanat eserleri aracılığıyla para aklamak uzun zamandır bilinen bir olgu, şimdi 'Yürüyen Adam' ın çevresinde de böyle bir kuşku bulutu oluşmuş oldu.
Sevdiğim ve eserlerini elimden geldiğince incelediğim nadir heykeltraşlardan biridir Giacometti, tabii ressamlığını da göz ardı etmemek lazım. 1901 İsviçre doğumlu, sanatçı bir aileden geliyor, babası post empresyonist bir ressam olan Giovanni Giacometti, vaftiz babası fovist bir ressam olan Cuno Aimet. Kardeşleri de sanatçı; ona modellik etmiş Diego mobilya tasarımcısı, Bruno ise mimar olmuş. Mısır, Afrika, Okyanusya sanatlarından da etkilenen eserleri sürrealizm, formalizm, ekspresyonizm, kübizm gibi değişik sanat akımlarının kalıpları içinde değerlendirilmiş, ama O'nun derdi gerçekliği sorgulamak olmuş, hep yeni arayışlar peşinde, gerçekle figüratif olan arasındaki çelişkiyi sonuna kadar hissettiren çalışmalarla geçirmiş ömrünü. Heykelleri duygularının bir yansıması olmuş, gördüğü gibi ya da görünmesi gerektiğini düşündüğü şekilde betimlemiş nesneleri. 1966'da hayatını kaybetmiş. Özellikle O'nun incecik figürlerini görünce bugünün estetik anlayışı üzerine ne denli etkili olduğunu farketmemek imkansız, kendisinden sonra gelenler tarafından en fazla taklit edilen sanatçılardan birisidir herhalde Giacometti.
Adının çevresinde kopan ilk fırtına da değil bu, 2007'de Giacometti'nin mirasının idarecisi olan Fransa Dışişleri Bakanı Roland Dumas, miras olarak kalan Giacometti eserlerini varislere bildirmeden bir sanat simsarına satınca yargılanmış, her ikisi de suçlu bulunup varislerinin vakfına 850,000 Euro tazminat ödemek zorunda kalmışlardı.
Sevdiğim ve eserlerini elimden geldiğince incelediğim nadir heykeltraşlardan biridir Giacometti, tabii ressamlığını da göz ardı etmemek lazım. 1901 İsviçre doğumlu, sanatçı bir aileden geliyor, babası post empresyonist bir ressam olan Giovanni Giacometti, vaftiz babası fovist bir ressam olan Cuno Aimet. Kardeşleri de sanatçı; ona modellik etmiş Diego mobilya tasarımcısı, Bruno ise mimar olmuş. Mısır, Afrika, Okyanusya sanatlarından da etkilenen eserleri sürrealizm, formalizm, ekspresyonizm, kübizm gibi değişik sanat akımlarının kalıpları içinde değerlendirilmiş, ama O'nun derdi gerçekliği sorgulamak olmuş, hep yeni arayışlar peşinde, gerçekle figüratif olan arasındaki çelişkiyi sonuna kadar hissettiren çalışmalarla geçirmiş ömrünü. Heykelleri duygularının bir yansıması olmuş, gördüğü gibi ya da görünmesi gerektiğini düşündüğü şekilde betimlemiş nesneleri. 1966'da hayatını kaybetmiş. Özellikle O'nun incecik figürlerini görünce bugünün estetik anlayışı üzerine ne denli etkili olduğunu farketmemek imkansız, kendisinden sonra gelenler tarafından en fazla taklit edilen sanatçılardan birisidir herhalde Giacometti.
Adının çevresinde kopan ilk fırtına da değil bu, 2007'de Giacometti'nin mirasının idarecisi olan Fransa Dışişleri Bakanı Roland Dumas, miras olarak kalan Giacometti eserlerini varislere bildirmeden bir sanat simsarına satınca yargılanmış, her ikisi de suçlu bulunup varislerinin vakfına 850,000 Euro tazminat ödemek zorunda kalmışlardı.
Monday, February 8, 2010
Conan, Sir Edward Grey
Conan the Cimmerian: The Weight of the Crown (one-shot) Dark Horse Comics etiketli bu tek sayılık öykü, kronolojik olarak aylık Conan the Cimmerian'daki Cimmeria ve Black Colossus hikaye arkları arasında yer alıyor. Conan'ın Kimmerya'dan ayrılmasından sonra Akilonya'nın batı sınırındaki Gaul Vadisi'ne gelmesi, burada emrinde çalıştığı Mad King lakaplı yöneticinin ölmesi, cesareti ve gözü karalığıyla etkilediği halkın isteği üzerine O'nun yerini alması ile gelişen olaylar anlatılıyor. Tabii kendisini zevke, sefaya kaptıran barbarımız bir süre sonra çuvallayor ve karşısına çıkan her sorunu kılıcıyla çözemeyeceğinin ayırdına varıyor.
Öykü Darick Robertson tarafından yazılmış ve çizilmiş.
Dark Horse etiketli Conan serilerinden hiçbir zaman pek hoşlanmadım. Sanırım biraz geçmişte takılmış, Alfa Yayınları döneminde okuduğumuz Barry Smith, John Buscema, Ernie Chan imzalı Conan'ları aşamamış durumdayım. The Weight of Crown, one shot olarak okununca fena bir çizgiroman sayılmaz aslında, ama Dark Horse'un Conan'ı bana eski Marvel Conan'ının tadını vermiyor. Yine de Conan'a uzun süre ara vermiş benim gibiler için 40 sayfalık iyi bir ısınma turu sayılabilir. Robertson imzalı kapağı da özelilkle dikkat çekici...
Sir Edward Grey, Witchfinder: In the Service of Angels Daha önce Hellboy ve B.P.R.D.'de seyrek de olsa arzı endam etmiş 'cadı avcısı' Sir Edward Grey bu sefer kendi dergisi ile karşımızda. Edward Grey biraz Solomon Kane'i andıran bir karakter; dindar bir hareket adamı ve Tanrı'nın adını ağzından düşürmeden O'nun düşmanlarına karşı savaşıyor.
Dark Horse Comics etiketli beş sayılık miniseri Mike Mignola tarafından yazılmış, illüstrasyonlar ise Ben Stenbeck'e ait. Viktorya Dönemi Londra'sında, 1879 yılında geçen ve okült dedektif Sir Edward Grey'in üç gizemli ölümü araştırmasıyla başlayan öykü Sahra Çölü'nün derinliklerine yapılan bir keşif gezisinden getirilmiş gizemli bir yaratığı durdurma savaşına dönüşüyor. Mignola'nın tarzı yine aynı; düşmüş medeniyetler, iblisler, antik silahlar, her türlü paranormal vaka var hikayede. Stenbeck'in çizimleri ise sanki fazla Mignola etkisinde kalmış gibi. Hellboy Evreni'nde çalışan tüm çizerler Mignola'nın ayak izlerini takip etmelidir diye bir kural mı var acaba?
Sir Edward Grey, Witchfinder: In the Service of Angels özellikle Hellboy ve kankalarını okumaktan hoşlananlar için...
Friday, February 5, 2010
En Kötü Filmler
Empire dergisi bir okur anketi ile tüm zamanların en kötü 50 filmini seçmiş, ben de bir 'listesever' olarak kendimi tutamadım ve hemen incelemeye başladım. Empire okurları ilk sıraya 1997 tarihli Batman And Robin filmini layık görmüşler, uygundur kanaatimce, ama 3. sıradaki 'Love Guru' da birincilik için iyi bir aday olabilirdi. Ayrıca yakın dönemde ben de büyük hayal kırıklığı yaratan 'The Happening' ve 'Max Payne' de var listede, mübahtır. Listenin 9. sırasındaki 'Highlander 2: The Quickening' i görünce de bir oh çektim, 'Highlander' gibi kültü sömürüp piç eden bu filme özel bir gıcığım var ne de olsa.
Listedeki çoğu filmin 'hakkıyla' bulunduğu yere geldiği bir gerçek, ama 'Plan 9 From Outer Space' in klasmanı ayrıymış gibi...
Top 10'u da verelim tam olsun:
1. Batman And Robin (1997)
2. Battlefield Earth (2000)
3. Love Guru (2008)
4. Raise The Titanic (1980)
5. Epic Movie (2007)
6. Heaven’s Gate (1980)
7. Sex Lives Of The Potato Men (2004)
8. The Happening (2008)
9. Highlander 2: The Quickening (1991)
10. The Room (2003)
Litenin tamamı...
Listedeki çoğu filmin 'hakkıyla' bulunduğu yere geldiği bir gerçek, ama 'Plan 9 From Outer Space' in klasmanı ayrıymış gibi...
Top 10'u da verelim tam olsun:
1. Batman And Robin (1997)
2. Battlefield Earth (2000)
3. Love Guru (2008)
4. Raise The Titanic (1980)
5. Epic Movie (2007)
6. Heaven’s Gate (1980)
7. Sex Lives Of The Potato Men (2004)
8. The Happening (2008)
9. Highlander 2: The Quickening (1991)
10. The Room (2003)
Litenin tamamı...
Uzaya İlk Onlar Gitti...
12 Nisan 1961'de Vostok 1 uzay aracı ile dünya atmosferinin dışına çıkan Yuri Gagarin, uzaya giden ilk insan olmuştu. Ama Gagarin'den önce dünyamızdan başkaları da uzay boşluğuna açılmıştı, tabii onların isimleri hep Gagarin'in gerisinde kaldı. Sebebi de belli, onlar insan değildi.
Laika aslında bir sokak köpeğiydi. Ancak elemede eğitimli rakiplerini geride bırakmış, uzaya çıkacak ilk dünyalı olmaya hak kazanmıştı, 3 Kasım 1957'de Sputnik 2 uzay aracı ile bu ünvanı hakkıyla kazandı kendisi. Ödülü de dört gün sonra ölmek oldu, zaten geri dönmesi planlanmamıştı. O güne kadar bir canlının bu yolculuğa dayanamayacağını düşünen bilim adamlarını yalancı çıkaran Laika sonraki insanlı uçuşlar için de yol gösterici oldu. SSCB uzay programında başka köpekler de yer aldı.
Daha sonra hem SSCB'nin hem ABD'nin uzay programlarında ağırlık primatlara kaydı. 1958'de bir sincap maymunu olan Gordo uçuşunu tamamlayıp dünyaya döndü, ama inişi esnasında uzay aracının paraşütü açılmadığı için denize çakıldı. NASA Gordo'dan sonra, 1959'da, uzaya Able adında bir makak ve Baker adında bir sincap maymunu yolladı, her iki hayvan da sağ salim dünyaya dönmeyi başardılar. NASA uzaya insan yollamak amaçlı Mercury Projesi'nde ağırlığı bundan sonra şempanzelere verdi. 1961'de on ay arayla yörüngeye başarıyla yerleşen Enos ve Ham adlı iki şempanze de sağ olarak dünyaya dönünce NASA artık insan gönderebileceğine ikna oldu ve 20 Şubat 1962'de John Glenn bunu gerçekleştirdi.
Hayvanların başına ne gelirse insanlardan geliyor, düşünsenize zavallı Laika sokaklarda aylak aylak dolaşıp çöp karıştırırken kendisini bir anda uzayda buluyor, bir maymun uzay aracı ile denize çakılıyor, oysa akranları ormanda bir dalın üzerinde oturmuş meyve kemirip kaşınıyor. Bari biraz vefa gösterip vesileyle kendilerine şükranlarımızı sunalım. Kalbimizde yaşayacaksınız.
Laika aslında bir sokak köpeğiydi. Ancak elemede eğitimli rakiplerini geride bırakmış, uzaya çıkacak ilk dünyalı olmaya hak kazanmıştı, 3 Kasım 1957'de Sputnik 2 uzay aracı ile bu ünvanı hakkıyla kazandı kendisi. Ödülü de dört gün sonra ölmek oldu, zaten geri dönmesi planlanmamıştı. O güne kadar bir canlının bu yolculuğa dayanamayacağını düşünen bilim adamlarını yalancı çıkaran Laika sonraki insanlı uçuşlar için de yol gösterici oldu. SSCB uzay programında başka köpekler de yer aldı.
Daha sonra hem SSCB'nin hem ABD'nin uzay programlarında ağırlık primatlara kaydı. 1958'de bir sincap maymunu olan Gordo uçuşunu tamamlayıp dünyaya döndü, ama inişi esnasında uzay aracının paraşütü açılmadığı için denize çakıldı. NASA Gordo'dan sonra, 1959'da, uzaya Able adında bir makak ve Baker adında bir sincap maymunu yolladı, her iki hayvan da sağ salim dünyaya dönmeyi başardılar. NASA uzaya insan yollamak amaçlı Mercury Projesi'nde ağırlığı bundan sonra şempanzelere verdi. 1961'de on ay arayla yörüngeye başarıyla yerleşen Enos ve Ham adlı iki şempanze de sağ olarak dünyaya dönünce NASA artık insan gönderebileceğine ikna oldu ve 20 Şubat 1962'de John Glenn bunu gerçekleştirdi.
Hayvanların başına ne gelirse insanlardan geliyor, düşünsenize zavallı Laika sokaklarda aylak aylak dolaşıp çöp karıştırırken kendisini bir anda uzayda buluyor, bir maymun uzay aracı ile denize çakılıyor, oysa akranları ormanda bir dalın üzerinde oturmuş meyve kemirip kaşınıyor. Bari biraz vefa gösterip vesileyle kendilerine şükranlarımızı sunalım. Kalbimizde yaşayacaksınız.
Subscribe to:
Posts (Atom)
Yamaha MT-09 Reklam Filmi
Reklam filmi paylaşmak pek alışkanlığım değil, ama muhteşem görüntüler ve Japonya birlikteliğini ıskalayamazdım.
-
Lami Tiryaki'den Kaptan Venüs çizgiroman serisi üzerine güzel bir inceleme. Aşağıda girişini okuyabileceğiniz yazının devamı ise burad...
-
İnsanları ancak ölüm haberleri ile hatırlar olduk maalesef... Yakın zamanda büyük usta Turhan Selçuk'u kaybettik, pekçok yayında karika...